2015’in dilimde
bıraktığı tat kekremsi. Tam olarak acı değil olan biten her şeye rağmen. Zira
insanım, hayattayım. Hayatta kalmaya çalışırken kendime küçük savunma
mekanizmaları ördüm ki hiçbir zaman tam olarak üşümeyeyim. Sonra sevdiklerimden
duvarlar filan yaptım ki darbelerle savrulmayayım. Şairin dediği gibi
sarsılayım ama yıkılmayayım. Bir de dil paletim çok eğitimlidir ülkem eksik
olmasın. Acıya filan bana mısın demez zira sürekli tattırılan öldürücü
lezzetler sayesinde Avrupa insanınınkine nazaran duyarsızdır biraz, öyle her
acıyla delirip kendine bir bardak su aramaz. Kısacası iç güveysinin haline
gıptayla baksak da yuvarlana döne bir seneyi geçirdik işte.
Bu sene benim
için sorgularla dolu. Öyle polis sorgusu filan değil, bildiğiniz kendilik
sorgusu. Üstelik oldukça geniş bir kendilik sorgusu bu zira kolektif
bilincimizden yani “insanlık” dediğimiz o büyük ve görkemli kavramdan çıktım
yola, henüz bir dağın eteklerinde olsa da yola çıkmış olmaktan mutlu. İnsan
kendini acıtan bir şeyden mutlu olur mu diyecekler olabilir ama bence soruyu
sormadan önce yaralarla oynamanın bir çocukluk alışkanlığı olduğunu hatırlayıp
bir daha düşünebilirler. Belki de otuz yaşıma gelene kadar kendimle yeterince
uğraştığımı, ruhumu yeterince didikleyip parçalara bölerek her bir parçaya
yeterince ilgi gösterdiğimi düşündüğümdendir. Belki de çocukluğum boyunca
saklamaya çalıştığım, ergenliğim boyunca haykırdığım, kimliğimin o doğuda hapis
kalmış yarısıyla barış yaptığımdandır. Belki de etrafımı çevreleyen bu ülkenin
ve insanlarının neden böylesine mutsuz, öfkeli ve sevgisiz olduğunu anlama
çabasındandır. Belki de suskun çocuklukların da öfkeli ergenliklerin de
kekremsi yetişkinliklerin de aynı topraktan yetişmesindendir. Su, güneş, güzel
şeyler olsalar da bitkisini sevmeyen bir toprakla baş etmeleri zor
olduğundandır.
Bu senenin
anlarından zihinsel bir kolaj yapsam duvarıma asmak isteyeceğimi sanmam. Belki
bir sandığın dibine koyarım, ileride bakıp hatırlamak için-sanki unutmak
mümkünmüş gibi. Hafızasız diyorlar bu ülkenin insanına. Aslında değildir. Biz
anıları bir tek renkli kuşe kağıda baskı olunca hatırlanmış saysak da
yaşananların zihnimizde ve gönlümüzde bıraktığı tortudur asıl yarını yapan. Zulm
ettiklerimizin, evinden ettiklerimizin, vatanından ettiklerimizin, ailesinden
ettiklerimizin, canından ettiklerimizin bıraktığı tortu. Kendimize hakettiler
deyişimizin, biz yapmasak onlar yapardı deyişimizin, ben yapmadım ki
deyişimizin, zaten bir şey yapamazdım ki deyişimizin bıraktığı tortu. Ona
duyduğumuz nefretin, öbürüne duyduğumuz nefretin, diğerine duyduğumuz nefretin
ama en çok kendimize duyduğumuz nefretin tortusu. Hiç özür dileyememenin, beni
affet diyememenin, yanlış yaptım diyememenin tortusu. Bu kadar birikintinin
altında kalmamış olmamız da işte hep o insan kıvraklığı, değme dansöze taş
çıkartan antibiyotiğe dirençli kıvırmalarımız. Dünyanın sonunda bir tek
hamamböcekleri kalacak diyorlar ya, bana en az bir insan da kendine kitinden
bir kabuk yapıp kalır gibi geliyor ama sonuçsuz bir bahis olur bu.
Bu senenin bütün
acılığına rağmen garip, ekşimsi bir umut da taşıyor olması belki yine o kıvrak
insanlık halindendir. Bir parkta, bir meydanda haykırmamızı, bir halaya baş
olmamızı, bir türküye ıslık çalmamızı sağlayan odur herhalde. Çalınmış bir demokrasinin,
vurulup yere düşen bir umut elçisinin, gaza boğulan ölülerin, sınıfını terk
eden öğretmenlerin, bir kurşunla yarım kalan dileklerin, arkada bırakılan
yıkılmış evlerin, sahile vuran hayallerin ve bütün bu gölgelerin, geçmişin,
kapı eşiğindeki korkunun bizi ezmemesi, ezememesi hep bundandır. Bir gün “…boş
bir ceviz kabuğu gibi yuvarlanacak” olan şu dünyanın yokoluş acısını şimdiden
çekmemiz de, hiç ölmeyecekmiş gibi o masanın başında gün boyu çalışabilmemiz
de, trafiğine ağız dolu küfür ettiğimiz bir şehirde iki martı bir vapur görünce
yelkenleri suya indirmemiz de, bir sıcak çayla ayazı bir dilim karpuzla sıcağı
unutmamız da, her rakı sofrasında annesini andığımız dünyaya elimize sımsıkı
yapışıp bırakmayan minik canlılar getirmemiz de bundandır.
Bu sene, dünyanın
dört milyar beş yüz kırk üç milyonluk yaşına bir yaş daha ekliyor. Dünya bunu
hiç mi hiç fark etmeyecek. İnsanların uydurduğu bu sayı denilen şeylere filan
aldırdığını sanmıyorum. Bir gün artık dönemeyeceği o güne kadar dönmeye devam
edecek üzerinde olup bitenden habersiz… Daha kaç sene ‘ben’ olarak üzerinde
ikamet ederim bilemiyorum. Güzel şeyler umuyorum, hep güzel şeyler umuyorum.
Herkese iyi seneler!