2.11.09

yıkılmak

0 yorum
farkettim de bizim oralarda çaresizlikten ne yapacağını bilemeyenler yere çömeliveriyorlar. elleri öylece yana sarkmış ya da başları avuçlarının içinde, ama asla tam olarak çökmüyorlar, yıkılmıyorlar yere. yıkılışlardan daha çok cız ettiriyor içimi o hallerini görmek. yavrusunu sele kaptırdığı anda bile tam olarak yıkılamayan bir adam, "yıkılsaydın be hemşerim" diye bağırasım geliyor. yıkılsaydın belki yıkıntılarından canının daha az yandığı bir dünya yapardık senin için. acaba bizim oralarda yeni dünyalara dair umut olmadığından mı yıkılmaya korkuyorlar?

2.10.09

up up up

0 yorum

bir animasyon filmin ilk dakikasından itibaren ağlayabilen canlıya ne denir? ben keşfettim, isim annesi ben olmalıyım, o yüzden kendi adımı verdim.

"up" hayatımda izlediğim en naif, en şeker, en sıcak filmlerden biri sanırım. pek bir klişe, pek bir sıradan gibi görünebilir kimilerine. ama hayata büyük, çok büyük, büsbüyük şeyler yapmaya geldiğini düşünüp yapamayınca hayalkırıklığına uğrayan eşeklere izlenmesi tavsiye edilir, şiddetle önerilir.

note to self: hayatta iki insanın arasındaki boşluktan, o boşlukta olup bitenlerden ve o boşluğu neyle doldurduğundan daha önemli hiç bir şey olmadığını unutma.

30.9.09

Jeux d'enfants

4 yorum

harika renkleri ve unutulmaz bir müziği olan garip bir fransız bu film. belki 4 belki 5. izleyişim. tahmin edilmesi zor, ama neden dedirten bir finali var. diğer taraftan neden olmasın da denebilir, insan tabiatı böyle, olasılıklar evreninden iki ayrı uçta iki ayrı soru seçilip aynı hadise için dillendirilebilir.

ben ne olursa olsun diyenlerden olabilmek istiyorum, en azından bu film için. zira aşkı aşk yapan gerçekten onun için ölünebilmesi midir emin değilim. aşk için yaşamak daha bir pembe, daha bir uçuk sarı ve yeşil gibi sanki. ve bol bol beyaz. yine de madem aşkın içinden ölüm içgüdümüzü ayrıştıramıyoruz, şehvetli kırmızılar ve ölümcül morlar da yakışır tabloya. aşıkların ölüme yaklaşma dansı, hayatta olmaya ve beraberliğe minnetlerini sundukları unutma beni çiçeği mavisi bir sarılmayla biter, tekrar ve tekrar yaşanmak üzere. ölmek gerektiğine karar verilmişse ölüne-de-bilr elbet, ama ölmek pek bir renksiz, griden de renksiz, renksizlik...tahayyül edilemez renksizlik. arzulanacak şey değildir de hayat diyalektiği onun da varlığını şart kılar.

deliler delilere yakışır. var mısın sorusuna her zaman varım diyebilen biri varsa etrafta onla yeni renkler bulmaya çıkmak gerekir. ya da eski renklere yeni isimler vermek ve onları sahiplenmek. sonra o renkle evin kapılarını boyamak ve kapıları kapatıp içeride kalmak...

29.8.09

bir olmak

0 yorum

bir olmak ama yalnız olmamak, arkamı yasladığım kayanın benim olduğunu "ben" olduğunu bilmek...korunmak, kollanmak, yükü paylaşmak, arada sırada yüksüz olmak... iyi ki varsın şövalye, iyi ki bulmuşsun beni.

unbearable lightness of loving

17.8.09

araf

3 yorum

öylece durdum. ne konuştum, ne ıslık çaldım. önce harflerden geçtim sonra notalardan. telefon tellerinden üç adımda sekip, çatıya kondum, sokağı seyre daldım. sokağı seyrettim zira içime bakmaktan korkmaktaydım. bulacaklarımdan değil, bulamayacaklarımdandı korkmam. yürüdüğüm yola baktım, dökülenleri görmek için. hiç bir şey yoktu. kargalar alıp götürmüşlerdir diye umdum. evime baktım, rüzgarla uçuşan perdelerine, gözlerim doldu. "evim" demek istedim, sesim çıkmadı. demek ki bir evim yoktu.

kendimden gidesim vardı, kendime varasım vardı. arada kalasım varmış. içimdeki koca bir arafmış.

19.5.09

0 yorum
şaşkın süvarimi uzağa giden gemisine doğru uğurladım. neyse ki uzaklar o kadar da uzak değil artık. aşk her yeri yakınlaştırıyor.

13.5.09

kolye

0 yorum
kelimelerden bir kolye yaptım kendime. boynuma taktım. renkleri parlak, kokuları baygın. onlar hatırlatsın bana ölümlülüğümü, aşmak, aşkın olmak yükümlülüğümü.

çırpınmak

3 yorum
her şeyi unutmak mümkün. hem de her şeyi. nasıl sürükleneceğini bile unutabiliyor insan. bir anda paniğe kapılıp kollarını çırpmaya başlıyor akıntıya doğru. sonuç bol bol kas ağrısı, yorgunluk. genelde yanımdan kulaç atan biri geçtiğinde unutuyorum sürüklenmeyi. bu kadar kolay unutabiliyor olmama içerliyorum, küsüyorum kendime. oysa sonsuzluk dolusu tarifsizliğim var benim. elinden tutup onla beraber sürüklenmeliyim. çırpınanlara gülüp geçmeliyim.

18.4.09

güzel kadınlar

4 yorum

güzel kelimeleri olan çok güzel kadınlar tanıyorum, güzelliklerinden habersiz güzel güzel yazıyorlar, dokuyorlar güzel akıllarıyla. bir ışık vursa yüzlerine tenlerine gölgeler düşüyor, daha da güzelleşiyorlar güzel kelimeli güzel kadınlar, güzelliklerinden habersiz, akıyorlar, derin derin akıyorlar. ne akışlarını ne derin derin bakışlarını ne de kelime nakışlarını kimseler görmüyor. usul usul kayıyorlar, daldıkları derinliklerde, adem oğlunun derinlik korkusundan habersiz, korkusuz, içimi acıtıyorlar.

23.3.09

tarifsiz

3 yorum

sözcüklerin yetersiz olduğu yerdeyim. sözcükler yetersiz...neyi tarif etmeye çalıştığımı tarif etmem bile mümkün değil. buradayım. burada kalmak istiyorum. tarifsizliğe alışmak, tarifsizliği tarif edecek yeni sözcükler bulmak istiyorum. o sözcükleri bulamazsam eğer, aramaktan vazgeçmek, akışıma bırakmak, o akışta sakince yüzmek, yüzmek, yüzmek istiyorum. ve varacak bir yer, akışın döküldüğü bir delta ya da vardığı bir deniz olmasın istiyorum. kulaç atmadan, çırpınmadan, kah mavinin üstündeki beyazı, kah lacivertin üzerindeki minik ışıkları seyrederek, kollarım iki yana öylece açık- ve elim tarifsizliğin elinin içinde- sürüklenmek istiyorum.

19.3.09

nostalji

0 yorum

konfor uğruna arkamızda bıraktığımız o rahatsız güzellikleri düşünmeden edemiyorum. onlar da bir zamanlar çok konforlu oldukları düşünülerek yapılmışlardı oysa. şimdilerde nostaljik olanlar, bir zamanlar inşaa edilirken nelerin nostaljiye karışmasına sebep olmuşlardı acaba ve onlara da sahip çıkmak isteyenler olmuş muydu? kendimi traktörü şeytan icadı ilan eden eli tırpanlı bir köylü gibi hissediyorum. ama traktörden nefret etmiyorum. sadece tırpanımı çok özleyeceğimi düşünüyorum. beraber güzel anılarımız olmuştu. hayatımız kolaylaşıyor. hisler de kolaylaşıyor ve hisleri arkamızda bırakmak da, onları görmezden gelmek de, onlar olmadan yaşamayı öğrenmek de. belki de abartıyorum.

12.3.09

no man's land

0 yorum
ruh hallerim daldan dala atlamakta, kendilerince oyunlar oynamakta... new yorktan, darwine oradan da no man's lande. son oyun kafamın içinde. kafamın içi bir çöl gibi kavruk, ıssız ama bir çölün dinginliği yok içinde. sevmedim bu hissi. makyajımı yapıp özgürlük fularımı takarsam yeter mi dinginleşmek için, yetmez bence.

10.3.09

bambaşka türlü bir şey!

2 yorum
parçalanmadan, savrulmadan bulmak da mümkünmüş başka türlü şeyleri, bambaşka türlü şeyleri. aşkla beslenirken yazmayı öğrenmeliyim, özlemek bile yaratıcılığa yetmiyor. çok fazla aşk var, gözgözü görmüyor.

1.3.09

essence

0 yorum

tanımlamakta zorlandığım tatlar var ve aslında asla tanımlamak için çaba sarfetmemek gerekiyor. biraz çilekle çimen gibi sanki ama içinde toprakla bulut da var, ve sarhoş eden bu aroma iskoç viskisi olsa gerek çünkü durgun ve gri bir gölün kokusunu da getiriyor beraberinde, yine de aradaki dilimi okşayan yumuşak tada ne rüzgar diyebiliyorum ne de yağmur, bir kahve kokusu var baştan çıkartan ve bir çaydanlığın buharından gelen rahatlatıcı aroma, çikolata ve krema gibi bütün sinir uçlarımda şimşekler çakmasına neden oluyor ama fırından yeni çıkmış bir ekmeğin kokusu kadar sade,uzun bir yolculuğa çıkıp her yeri görmenin yorgun hazzı ve eve dönmenin tarif edilemez rahatlığı, hepsi birden ve ayrı ayrı...yetmiyor sözcükler. bilmediğim çok tat var henüz ve keşfetmem gereken, keşfetmekten mutluluk duyacağım, sabırsızlıkla ve büyük bir sabırla beklediğim... anlıyor musun? anlıyorsun, biliyorum.

26.2.09

...

3 yorum

göçebe yaşam benim özlemim. bedenim aynı yerde durmaktan çabuk sıkılıyor, kalkıp gitmek istiyor, göçebeliği marifet sanıyor. ruhumsa yerinden çok memnun son zamanlarda. zira sonsuzlukta salınıyor. bir ejderhanın yüreği kadar sonsuz bir mekanda- bir mekan nasıl sonsuz olur sorusuna takılmadan- ilk defa gitmek değil, kalmak istiyor.

12.2.09

...

0 yorum
seviyorum...özledim

9.2.09

fırtına

0 yorum
içimde bir şeyler değişiyor. değişiyorum. çok yavaş, çok derinden, belki de yıllardır, her gün bir karınca adımı hızında...çeyrek asırın getirdiği yere bakıp sonraki çeyrek asırı merak ederek, değişiyorum. içimde serin yağmurlarla bölünen büyük bir fırtına. rüzgarla savrulmak istiyorum. içimde şimşekler çaksın ve hep içimde kalsın istiyorum.

15.1.09

slumdog millionaire

0 yorum



hollywoodun mutlu son hastalığını sevmiyorum. bazen hüzünle başlayan devam eden hikayelerin hüzünle bitmesi gerektiğini anlayamıyorlar. amerikan rüyası müptelalığı var onlarda. ama slumdog millionairei sevdim.

bizim acı tarihimizde pek fazla örselenmişlik yok. varsa da kendimizi örselemişizdir ancak, mutlu olmayı beceremediğimizden ya da mutsuzluğu nihilist felsefemizin bir uzantısı sandığımızdan ya da hüzünlerimizi yaratıcılığımızı besleyen damarlar olarak kullandığımızdan... ama hiç gözümde bilerek atılmış bir yumruğun morluğu olmadı. ya da zevkten değil de açlıktan çaldığım bir meyve yemedim. evet, biz hiç örselenmedik.

öyleyse nedir bu içimizdeki çaresizlik. ne zaman öğrendik bunu? kaç engel koydular ki yolumuza aşkın peşinden gitmeye korkuyoruz? görünmeyen düşmanlarla savaşırken her gün düşmanlarıyla yüzleşenlerden daha fazla yoruluyoruz. anlıyorum bizi. kendimi anlıyorum. anlamak çözmeye yetmiyor her zaman ama bazen bir ipin ucunu yakalayıveriyorum yumağımın içinden. ben artık don quijote olmak istemiyorum. gerçek düşmanlardan uzak yaşadığı için kendi düşmanlarını yaratan ve görünmeyen yaralarına bakıp içini çeken bir çaresizlik ustası olmak istemiyorum. deniyorum. gerçekten deniyorum.

12.1.09

havva kişi

0 yorum
hayat garip vesselam, velhasıl kelam. insanoğlu kendi arzularından korkadursun, hayat bildiğini okur, bildiğini dokur. ihsan olan akıl değil, cehallettir de, kendini tutamaz havva, arar durur. hiç beklemesek, her gelen düğün bayram olur da, ölümlüdür havva kişi, sorun budur.

11.1.09

güller ve tilki

0 yorum

İşte tilki o zaman ortaya çıktı.
"Günaydın," dedi küçük prense.
"Günaydın," dedi küçük prens nazikçe, ama kimseyi görememişti.
"Burdayım," dedi tilki. "Elma ağacının altında."
"Kimsiniz" dedi küçük prens. Sonra da, "Çok güzel görünüyorsunuz," diye ekledi. "Tilkiyim ben," dedi tilki.
"Benimle oynar mısın?" dedi küçük prens. "Çok mutsuzum."
"Hayır," dedi tilki. "Oynayamam; evcil değilim ben."
"Öyle mi? Bağışla beni," dedi küçük prens. Ama bir süre düşündükten sonra, "Evcil ne demek?" diye sordu.
"Sen buralı değilsin," dedi tilki. "Ne arıyorsun buralarda?"
"İnsanları arıyorum," dedi küçük prens. "Evcil ne demek?"
"İnsanları mı arıyorsun? Silahları var ve avlıyorlar. Çok can sıkıcı. Ayrıca tavuk yetiştiriyorlar. Tek konuları bunlar. Tavuk mu arıyorsun?"
"Hayır," dedi küçük prens. "Arkadaş arıyorum. Evcil ne demek?"
"Genellikle ihmal edilen bir iş," dedi tilki. "Bağlar kurmak anlamına geliyor." "Bağlar kurmak mı?" Tilki, "Yani," dedi, "örneğin sen benim için hâlâ yüz bin öteki çocuk gibi herhangi bir çocuksun. Benim için gerekli de değilsin. Senin için de aynı şey. Ben de senin için yüz bin öteki tilkiden hiç farkı olmayan herhangi bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen, birbirimiz için gerekli oluruz o zaman. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz benzersiz olurum..."
Küçük prens, "Anlıyorum galiba," dedi. "Bir çiçek var... Galiba o beni evcilleştirdi..."
"Olabilir," dedi tilki, "dünyada böyle şeyler hep olur."
"Ama hayır, o Dünya'da değil," dedi küçük prens.
Tilki şaşırmıştı. Merakla, "Başka bir gezegende mi?" diye sordu.
"Evet."
"Orada avcılar var mı?"
"Yok."
"Aman ne hoş! Peki tavuklar?"
"Hayır, tavuklar da yok."
"Hiçbir şey mükemmel olamıyor," diyerek içini çekti tilki. Birden aklına bir fikir geldi. "Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı. "Ben tavuk avlıyorum, insanlar da beni. Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni
evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim. Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken, seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdiğini bir düşün! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgârın sesini de seveceğim..." Tilki uzun bir süre küçük prense baktı. Sonra da, "Lütfen... Evcilleştir beni!" dedi.
"Çok isterim," dedi küçük prens, "ama burada çok kalamayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var."
"İnsan ancak evcilleştirirse anlar," dedi tilki. "İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkânlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkân olmadığı için dostları yok artık. Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir." "Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordu küçük prens.
"Çok sabırlı olmalısın," dedi tilki. "Önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın..." Ertesi gün küçük prens yine geldi.
"Aynı saatte gelmen daha iyi olur," dedi tilki. "Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı..."
"Alışkanlıklar mı?"
"Evet. Bunlar çoğunlukla ihmal edilir," dedi tilki. "Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir. Örneğin benim avcılarımın bir alışkanlığı vardır. Her perşembe köyün kızlarıyla dansa giderler. Bu nedenle perşembeleri benim için güzel günlerdir. Üzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler. Ama avcılar dansa herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı."
Böylece küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılma zamanı geldiğinde tilki, "Ağlayacağım," dedi.
"Benim bunda bir suçum yok," dedi küçük prens. "Seni üzmek istememiştim, ama evcilleştirilmeyi sen istedin..."
"Evet, orası öyle," dedi tilki.
"Ama ağlayacağını söylüyorsun."
"Evet, öyle," dedi tilki.
"O halde evcilleştirilmek senin için pek iyi olmadı!"
"Çok iyi oldu!" dedi tilki. "Buğdayların rengini düşün." Sonra da, "Gidip güllere bak şimdi," diye ekledi. "Kendi gülünün eşi benzeri olmadığını göreceksin. Sonra da gel vedalaşalım. Sana armağan olarak bir sır vereceğim."
Küçük prens gidip güllere baktı. "Siz benim gülüme benzemiyorsunuz," dedi. "Hatta hiçbir şeysiniz şu anda. Çünkü ne bir kimse sizi evcilleştirdi, ne de siz bir kimseyi. İlk gördüğüm zamanki tilkim gibisiniz. O zaman yüz bin başka tilkiden herhangi biriydi. Ama şimdi dostum oldu ve benim için eşi benzeri yok." Güller çok utanmışlardı. "Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdü sözlerini küçük prens. "İnsan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçen biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim için yüzlercenizden daha önemli; çünkü suladığım, cam bir fanusun altına koyduğum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o. Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü yakındığı, ya da övündüğü, ya da hiçbir şey söylemediği zamanlarda
dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o benim çiçeğim." Tilkinin yanına döndü sonra. "Hoşça kal," dedi.
"Hoşça kal," dedi tilki. "İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez."
"Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu.
"Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır."
"Onun için harcamış olduğum zaman..." diye yineledi küçük prens. Unutmamalıydı bunu. "İnsanlar unuttular bunu," dedi tilki. "Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğimiz şeyden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..."
"Ben gülümden sorumluyum," diye yineledi küçük prens. Bunu da unutmamalıydı.

Le Petit Prince
bölüm 11
Antoine de Saint-Exupéry

3.1.09

...

1 yorum
inceldim. şeffaflaştım hatta. ama hala kimse bakmıyor içime. öylesine inceldim ki, bir kuş tüyü sürünse, çatırdıyorum.
votka bana yaramıyor. attila ilhan ya da münir nurettin de girince işin içine, eğer mümkünse böyle bir şey, daha da şeffaflaşıyorum.
böyle işte. her şey ortada. ama anlamıyorsunuz değil mi? elbette anlamayacaksınız.

2.1.09

yorumdur bu...

0 yorum
ruhun kabı olur mu, hemşire? olmaz aslında. ama bazıları sevmez geniş, uçsuz bucaksız, korkusuz, tasasız ruhları. yakıştıramaz onları her şeyin kalıp kalıp dizildiği bir dünyaya. inanırsan sen de onlara, ruhunu tıkıverirsin bir kalıba. çıkmaya çalıştıkça örselenir ruh, yaralanır. sarsan da yaralarını, onu bir kafese kapadığını hiç unutmaz; affetse de seni, unutmaz. o yüzden iyi bakmak gerekir ruhlara...
 

uzağa giden gemiler... Copyright © 2008 Black Brown Art Template by Ipiet's Blogger Template