22.12.15

İyi seneler


2015’in dilimde bıraktığı tat kekremsi. Tam olarak acı değil olan biten her şeye rağmen. Zira insanım, hayattayım. Hayatta kalmaya çalışırken kendime küçük savunma mekanizmaları ördüm ki hiçbir zaman tam olarak üşümeyeyim. Sonra sevdiklerimden duvarlar filan yaptım ki darbelerle savrulmayayım. Şairin dediği gibi sarsılayım ama yıkılmayayım. Bir de dil paletim çok eğitimlidir ülkem eksik olmasın. Acıya filan bana mısın demez zira sürekli tattırılan öldürücü lezzetler sayesinde Avrupa insanınınkine nazaran duyarsızdır biraz, öyle her acıyla delirip kendine bir bardak su aramaz. Kısacası iç güveysinin haline gıptayla baksak da yuvarlana döne bir seneyi geçirdik işte.

Bu sene benim için sorgularla dolu. Öyle polis sorgusu filan değil, bildiğiniz kendilik sorgusu. Üstelik oldukça geniş bir kendilik sorgusu bu zira kolektif bilincimizden yani “insanlık” dediğimiz o büyük ve görkemli kavramdan çıktım yola, henüz bir dağın eteklerinde olsa da yola çıkmış olmaktan mutlu. İnsan kendini acıtan bir şeyden mutlu olur mu diyecekler olabilir ama bence soruyu sormadan önce yaralarla oynamanın bir çocukluk alışkanlığı olduğunu hatırlayıp bir daha düşünebilirler. Belki de otuz yaşıma gelene kadar kendimle yeterince uğraştığımı, ruhumu yeterince didikleyip parçalara bölerek her bir parçaya yeterince ilgi gösterdiğimi düşündüğümdendir. Belki de çocukluğum boyunca saklamaya çalıştığım, ergenliğim boyunca haykırdığım, kimliğimin o doğuda hapis kalmış yarısıyla barış yaptığımdandır. Belki de etrafımı çevreleyen bu ülkenin ve insanlarının neden böylesine mutsuz, öfkeli ve sevgisiz olduğunu anlama çabasındandır. Belki de suskun çocuklukların da öfkeli ergenliklerin de kekremsi yetişkinliklerin de aynı topraktan yetişmesindendir. Su, güneş, güzel şeyler olsalar da bitkisini sevmeyen bir toprakla baş etmeleri zor olduğundandır.

Bu senenin anlarından zihinsel bir kolaj yapsam duvarıma asmak isteyeceğimi sanmam. Belki bir sandığın dibine koyarım, ileride bakıp hatırlamak için-sanki unutmak mümkünmüş gibi. Hafızasız diyorlar bu ülkenin insanına. Aslında değildir. Biz anıları bir tek renkli kuşe kağıda baskı olunca hatırlanmış saysak da yaşananların zihnimizde ve gönlümüzde bıraktığı tortudur asıl yarını yapan. Zulm ettiklerimizin, evinden ettiklerimizin, vatanından ettiklerimizin, ailesinden ettiklerimizin, canından ettiklerimizin bıraktığı tortu. Kendimize hakettiler deyişimizin, biz yapmasak onlar yapardı deyişimizin, ben yapmadım ki deyişimizin, zaten bir şey yapamazdım ki deyişimizin bıraktığı tortu. Ona duyduğumuz nefretin, öbürüne duyduğumuz nefretin, diğerine duyduğumuz nefretin ama en çok kendimize duyduğumuz nefretin tortusu. Hiç özür dileyememenin, beni affet diyememenin, yanlış yaptım diyememenin tortusu. Bu kadar birikintinin altında kalmamış olmamız da işte hep o insan kıvraklığı, değme dansöze taş çıkartan antibiyotiğe dirençli kıvırmalarımız. Dünyanın sonunda bir tek hamamböcekleri kalacak diyorlar ya, bana en az bir insan da kendine kitinden bir kabuk yapıp kalır gibi geliyor ama sonuçsuz bir bahis olur bu.

Bu senenin bütün acılığına rağmen garip, ekşimsi bir umut da taşıyor olması belki yine o kıvrak insanlık halindendir. Bir parkta, bir meydanda haykırmamızı, bir halaya baş olmamızı, bir türküye ıslık çalmamızı sağlayan odur herhalde. Çalınmış bir demokrasinin, vurulup yere düşen bir umut elçisinin, gaza boğulan ölülerin, sınıfını terk eden öğretmenlerin, bir kurşunla yarım kalan dileklerin, arkada bırakılan yıkılmış evlerin, sahile vuran hayallerin ve bütün bu gölgelerin, geçmişin, kapı eşiğindeki korkunun bizi ezmemesi, ezememesi hep bundandır. Bir gün “…boş bir ceviz kabuğu gibi yuvarlanacak” olan şu dünyanın yokoluş acısını şimdiden çekmemiz de, hiç ölmeyecekmiş gibi o masanın başında gün boyu çalışabilmemiz de, trafiğine ağız dolu küfür ettiğimiz bir şehirde iki martı bir vapur görünce yelkenleri suya indirmemiz de, bir sıcak çayla ayazı bir dilim karpuzla sıcağı unutmamız da, her rakı sofrasında annesini andığımız dünyaya elimize sımsıkı yapışıp bırakmayan minik canlılar getirmemiz de bundandır.


Bu sene, dünyanın dört milyar beş yüz kırk üç milyonluk yaşına bir yaş daha ekliyor. Dünya bunu hiç mi hiç fark etmeyecek. İnsanların uydurduğu bu sayı denilen şeylere filan aldırdığını sanmıyorum. Bir gün artık dönemeyeceği o güne kadar dönmeye devam edecek üzerinde olup bitenden habersiz… Daha kaç sene ‘ben’ olarak üzerinde ikamet ederim bilemiyorum. Güzel şeyler umuyorum, hep güzel şeyler umuyorum. Herkese iyi seneler!


0 yorum:

 

uzağa giden gemiler... Copyright © 2008 Black Brown Art Template by Ipiet's Blogger Template