18.4.09

güzel kadınlar

4 yorum

güzel kelimeleri olan çok güzel kadınlar tanıyorum, güzelliklerinden habersiz güzel güzel yazıyorlar, dokuyorlar güzel akıllarıyla. bir ışık vursa yüzlerine tenlerine gölgeler düşüyor, daha da güzelleşiyorlar güzel kelimeli güzel kadınlar, güzelliklerinden habersiz, akıyorlar, derin derin akıyorlar. ne akışlarını ne derin derin bakışlarını ne de kelime nakışlarını kimseler görmüyor. usul usul kayıyorlar, daldıkları derinliklerde, adem oğlunun derinlik korkusundan habersiz, korkusuz, içimi acıtıyorlar.

23.3.09

tarifsiz

3 yorum

sözcüklerin yetersiz olduğu yerdeyim. sözcükler yetersiz...neyi tarif etmeye çalıştığımı tarif etmem bile mümkün değil. buradayım. burada kalmak istiyorum. tarifsizliğe alışmak, tarifsizliği tarif edecek yeni sözcükler bulmak istiyorum. o sözcükleri bulamazsam eğer, aramaktan vazgeçmek, akışıma bırakmak, o akışta sakince yüzmek, yüzmek, yüzmek istiyorum. ve varacak bir yer, akışın döküldüğü bir delta ya da vardığı bir deniz olmasın istiyorum. kulaç atmadan, çırpınmadan, kah mavinin üstündeki beyazı, kah lacivertin üzerindeki minik ışıkları seyrederek, kollarım iki yana öylece açık- ve elim tarifsizliğin elinin içinde- sürüklenmek istiyorum.

19.3.09

nostalji

0 yorum

konfor uğruna arkamızda bıraktığımız o rahatsız güzellikleri düşünmeden edemiyorum. onlar da bir zamanlar çok konforlu oldukları düşünülerek yapılmışlardı oysa. şimdilerde nostaljik olanlar, bir zamanlar inşaa edilirken nelerin nostaljiye karışmasına sebep olmuşlardı acaba ve onlara da sahip çıkmak isteyenler olmuş muydu? kendimi traktörü şeytan icadı ilan eden eli tırpanlı bir köylü gibi hissediyorum. ama traktörden nefret etmiyorum. sadece tırpanımı çok özleyeceğimi düşünüyorum. beraber güzel anılarımız olmuştu. hayatımız kolaylaşıyor. hisler de kolaylaşıyor ve hisleri arkamızda bırakmak da, onları görmezden gelmek de, onlar olmadan yaşamayı öğrenmek de. belki de abartıyorum.

12.3.09

no man's land

0 yorum
ruh hallerim daldan dala atlamakta, kendilerince oyunlar oynamakta... new yorktan, darwine oradan da no man's lande. son oyun kafamın içinde. kafamın içi bir çöl gibi kavruk, ıssız ama bir çölün dinginliği yok içinde. sevmedim bu hissi. makyajımı yapıp özgürlük fularımı takarsam yeter mi dinginleşmek için, yetmez bence.

10.3.09

bambaşka türlü bir şey!

2 yorum
parçalanmadan, savrulmadan bulmak da mümkünmüş başka türlü şeyleri, bambaşka türlü şeyleri. aşkla beslenirken yazmayı öğrenmeliyim, özlemek bile yaratıcılığa yetmiyor. çok fazla aşk var, gözgözü görmüyor.

1.3.09

essence

0 yorum

tanımlamakta zorlandığım tatlar var ve aslında asla tanımlamak için çaba sarfetmemek gerekiyor. biraz çilekle çimen gibi sanki ama içinde toprakla bulut da var, ve sarhoş eden bu aroma iskoç viskisi olsa gerek çünkü durgun ve gri bir gölün kokusunu da getiriyor beraberinde, yine de aradaki dilimi okşayan yumuşak tada ne rüzgar diyebiliyorum ne de yağmur, bir kahve kokusu var baştan çıkartan ve bir çaydanlığın buharından gelen rahatlatıcı aroma, çikolata ve krema gibi bütün sinir uçlarımda şimşekler çakmasına neden oluyor ama fırından yeni çıkmış bir ekmeğin kokusu kadar sade,uzun bir yolculuğa çıkıp her yeri görmenin yorgun hazzı ve eve dönmenin tarif edilemez rahatlığı, hepsi birden ve ayrı ayrı...yetmiyor sözcükler. bilmediğim çok tat var henüz ve keşfetmem gereken, keşfetmekten mutluluk duyacağım, sabırsızlıkla ve büyük bir sabırla beklediğim... anlıyor musun? anlıyorsun, biliyorum.

26.2.09

...

3 yorum

göçebe yaşam benim özlemim. bedenim aynı yerde durmaktan çabuk sıkılıyor, kalkıp gitmek istiyor, göçebeliği marifet sanıyor. ruhumsa yerinden çok memnun son zamanlarda. zira sonsuzlukta salınıyor. bir ejderhanın yüreği kadar sonsuz bir mekanda- bir mekan nasıl sonsuz olur sorusuna takılmadan- ilk defa gitmek değil, kalmak istiyor.

12.2.09

...

0 yorum
seviyorum...özledim

9.2.09

fırtına

0 yorum
içimde bir şeyler değişiyor. değişiyorum. çok yavaş, çok derinden, belki de yıllardır, her gün bir karınca adımı hızında...çeyrek asırın getirdiği yere bakıp sonraki çeyrek asırı merak ederek, değişiyorum. içimde serin yağmurlarla bölünen büyük bir fırtına. rüzgarla savrulmak istiyorum. içimde şimşekler çaksın ve hep içimde kalsın istiyorum.

15.1.09

slumdog millionaire

0 yorum



hollywoodun mutlu son hastalığını sevmiyorum. bazen hüzünle başlayan devam eden hikayelerin hüzünle bitmesi gerektiğini anlayamıyorlar. amerikan rüyası müptelalığı var onlarda. ama slumdog millionairei sevdim.

bizim acı tarihimizde pek fazla örselenmişlik yok. varsa da kendimizi örselemişizdir ancak, mutlu olmayı beceremediğimizden ya da mutsuzluğu nihilist felsefemizin bir uzantısı sandığımızdan ya da hüzünlerimizi yaratıcılığımızı besleyen damarlar olarak kullandığımızdan... ama hiç gözümde bilerek atılmış bir yumruğun morluğu olmadı. ya da zevkten değil de açlıktan çaldığım bir meyve yemedim. evet, biz hiç örselenmedik.

öyleyse nedir bu içimizdeki çaresizlik. ne zaman öğrendik bunu? kaç engel koydular ki yolumuza aşkın peşinden gitmeye korkuyoruz? görünmeyen düşmanlarla savaşırken her gün düşmanlarıyla yüzleşenlerden daha fazla yoruluyoruz. anlıyorum bizi. kendimi anlıyorum. anlamak çözmeye yetmiyor her zaman ama bazen bir ipin ucunu yakalayıveriyorum yumağımın içinden. ben artık don quijote olmak istemiyorum. gerçek düşmanlardan uzak yaşadığı için kendi düşmanlarını yaratan ve görünmeyen yaralarına bakıp içini çeken bir çaresizlik ustası olmak istemiyorum. deniyorum. gerçekten deniyorum.

12.1.09

havva kişi

0 yorum
hayat garip vesselam, velhasıl kelam. insanoğlu kendi arzularından korkadursun, hayat bildiğini okur, bildiğini dokur. ihsan olan akıl değil, cehallettir de, kendini tutamaz havva, arar durur. hiç beklemesek, her gelen düğün bayram olur da, ölümlüdür havva kişi, sorun budur.

11.1.09

güller ve tilki

0 yorum

İşte tilki o zaman ortaya çıktı.
"Günaydın," dedi küçük prense.
"Günaydın," dedi küçük prens nazikçe, ama kimseyi görememişti.
"Burdayım," dedi tilki. "Elma ağacının altında."
"Kimsiniz" dedi küçük prens. Sonra da, "Çok güzel görünüyorsunuz," diye ekledi. "Tilkiyim ben," dedi tilki.
"Benimle oynar mısın?" dedi küçük prens. "Çok mutsuzum."
"Hayır," dedi tilki. "Oynayamam; evcil değilim ben."
"Öyle mi? Bağışla beni," dedi küçük prens. Ama bir süre düşündükten sonra, "Evcil ne demek?" diye sordu.
"Sen buralı değilsin," dedi tilki. "Ne arıyorsun buralarda?"
"İnsanları arıyorum," dedi küçük prens. "Evcil ne demek?"
"İnsanları mı arıyorsun? Silahları var ve avlıyorlar. Çok can sıkıcı. Ayrıca tavuk yetiştiriyorlar. Tek konuları bunlar. Tavuk mu arıyorsun?"
"Hayır," dedi küçük prens. "Arkadaş arıyorum. Evcil ne demek?"
"Genellikle ihmal edilen bir iş," dedi tilki. "Bağlar kurmak anlamına geliyor." "Bağlar kurmak mı?" Tilki, "Yani," dedi, "örneğin sen benim için hâlâ yüz bin öteki çocuk gibi herhangi bir çocuksun. Benim için gerekli de değilsin. Senin için de aynı şey. Ben de senin için yüz bin öteki tilkiden hiç farkı olmayan herhangi bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen, birbirimiz için gerekli oluruz o zaman. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz benzersiz olurum..."
Küçük prens, "Anlıyorum galiba," dedi. "Bir çiçek var... Galiba o beni evcilleştirdi..."
"Olabilir," dedi tilki, "dünyada böyle şeyler hep olur."
"Ama hayır, o Dünya'da değil," dedi küçük prens.
Tilki şaşırmıştı. Merakla, "Başka bir gezegende mi?" diye sordu.
"Evet."
"Orada avcılar var mı?"
"Yok."
"Aman ne hoş! Peki tavuklar?"
"Hayır, tavuklar da yok."
"Hiçbir şey mükemmel olamıyor," diyerek içini çekti tilki. Birden aklına bir fikir geldi. "Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı. "Ben tavuk avlıyorum, insanlar da beni. Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni
evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim. Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken, seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdiğini bir düşün! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgârın sesini de seveceğim..." Tilki uzun bir süre küçük prense baktı. Sonra da, "Lütfen... Evcilleştir beni!" dedi.
"Çok isterim," dedi küçük prens, "ama burada çok kalamayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var."
"İnsan ancak evcilleştirirse anlar," dedi tilki. "İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkânlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkân olmadığı için dostları yok artık. Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir." "Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordu küçük prens.
"Çok sabırlı olmalısın," dedi tilki. "Önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın..." Ertesi gün küçük prens yine geldi.
"Aynı saatte gelmen daha iyi olur," dedi tilki. "Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı..."
"Alışkanlıklar mı?"
"Evet. Bunlar çoğunlukla ihmal edilir," dedi tilki. "Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir. Örneğin benim avcılarımın bir alışkanlığı vardır. Her perşembe köyün kızlarıyla dansa giderler. Bu nedenle perşembeleri benim için güzel günlerdir. Üzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler. Ama avcılar dansa herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı."
Böylece küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılma zamanı geldiğinde tilki, "Ağlayacağım," dedi.
"Benim bunda bir suçum yok," dedi küçük prens. "Seni üzmek istememiştim, ama evcilleştirilmeyi sen istedin..."
"Evet, orası öyle," dedi tilki.
"Ama ağlayacağını söylüyorsun."
"Evet, öyle," dedi tilki.
"O halde evcilleştirilmek senin için pek iyi olmadı!"
"Çok iyi oldu!" dedi tilki. "Buğdayların rengini düşün." Sonra da, "Gidip güllere bak şimdi," diye ekledi. "Kendi gülünün eşi benzeri olmadığını göreceksin. Sonra da gel vedalaşalım. Sana armağan olarak bir sır vereceğim."
Küçük prens gidip güllere baktı. "Siz benim gülüme benzemiyorsunuz," dedi. "Hatta hiçbir şeysiniz şu anda. Çünkü ne bir kimse sizi evcilleştirdi, ne de siz bir kimseyi. İlk gördüğüm zamanki tilkim gibisiniz. O zaman yüz bin başka tilkiden herhangi biriydi. Ama şimdi dostum oldu ve benim için eşi benzeri yok." Güller çok utanmışlardı. "Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdü sözlerini küçük prens. "İnsan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçen biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim için yüzlercenizden daha önemli; çünkü suladığım, cam bir fanusun altına koyduğum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o. Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü yakındığı, ya da övündüğü, ya da hiçbir şey söylemediği zamanlarda
dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o benim çiçeğim." Tilkinin yanına döndü sonra. "Hoşça kal," dedi.
"Hoşça kal," dedi tilki. "İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez."
"Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu.
"Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır."
"Onun için harcamış olduğum zaman..." diye yineledi küçük prens. Unutmamalıydı bunu. "İnsanlar unuttular bunu," dedi tilki. "Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğimiz şeyden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..."
"Ben gülümden sorumluyum," diye yineledi küçük prens. Bunu da unutmamalıydı.

Le Petit Prince
bölüm 11
Antoine de Saint-Exupéry

3.1.09

...

1 yorum
inceldim. şeffaflaştım hatta. ama hala kimse bakmıyor içime. öylesine inceldim ki, bir kuş tüyü sürünse, çatırdıyorum.
votka bana yaramıyor. attila ilhan ya da münir nurettin de girince işin içine, eğer mümkünse böyle bir şey, daha da şeffaflaşıyorum.
böyle işte. her şey ortada. ama anlamıyorsunuz değil mi? elbette anlamayacaksınız.

2.1.09

yorumdur bu...

0 yorum
ruhun kabı olur mu, hemşire? olmaz aslında. ama bazıları sevmez geniş, uçsuz bucaksız, korkusuz, tasasız ruhları. yakıştıramaz onları her şeyin kalıp kalıp dizildiği bir dünyaya. inanırsan sen de onlara, ruhunu tıkıverirsin bir kalıba. çıkmaya çalıştıkça örselenir ruh, yaralanır. sarsan da yaralarını, onu bir kafese kapadığını hiç unutmaz; affetse de seni, unutmaz. o yüzden iyi bakmak gerekir ruhlara...

25.12.08

2 yorum

gerçek olarak başlayan her şey birer hayal olarak devam ediyor hayatına. ve bittiği noktada bütün hayaller gerçeklere dönüşmeye mahkum. her şeyi hayalliyorum, küçük hayaller biriktiriyorum. zira bir biriktiriciyim ben. odamın köşesinde kozmik bir sandık hayalliyorum içinde hayalciklerimi biriktirdiğim. sandığımı günde 6 kere açıyorum. çünkü en sevdiğim sayı 6dır benim. görücüye çıkan hayalciklerim büyüdükçe büyüyorlar. onlar büyüdükçe her şey küçülüyor. odam, evim ve en çok da ben küçülüyorum. hep bir hüzünle bakıyorum hayallerime. bir gün bal rengine çalan kahverengi parlaklıklarını kaybedeceklerini ve yollarına griler içinde devam edeceklerini bilmek baki bir hüzün gölgesi düşürüyor içime. ah, diyorum. evcilleştirmediğimiz güller böylesine anlamsız ve evcilleştirdiklerimizse böylesine kırılganken, nasıl yaşıyorum ey gün ışığı, nasıl başarıyorum?

23.12.08

dalga

0 yorum

dalgalıyım, dalgayım. açık denizde durgun, kıyıya yaklaştıkça çılgın. kendimden korkmaktayım. kara benim düşmanım.

20.12.08

çığır

0 yorum

yaprak olsam
dalımdan düşsem
asfalta konsam
çığrımdan çıksam
çıksam ya...

12.12.08

önce ben buldum

1 yorum
sevdiğim sözcükleri elimden alıyorlar ve kamuya mal ediyorlar teker teker. sevenleri artarken anlamları daralıyor sözcüklerin. dar anlamlar sekiyor zırhımdan. geniş anlamları dar vakitlerde yaşamak ölümlülerin işi. bu şehirde herkes tanrı. bir ben ölümlüyüm, bir ben gönüllüyüm kanamaya. bu yüzden tenimdeki yaralar.

5.12.08

ait

0 yorum
bir adile naşit-münir özkul filmi gibi olsa hayat. koltuğun bir köşesinde, çizgili pijaması ve yün yeleğiyle münir özkul, diğer köşesinde basma elbisesi ve elinde kasnağıyla adile naşit. soba yansa, üzerinde fokurdayan bir güğüm olsa. ben kıyısında otursam, sobada kızarttığım bir parça ekmeği kemirsem. onlar aralarında mırıl mırıl konuşurken tatlı bir hayale dalsam ama oradan başka hiç bir yerde olmayı istemesem. ait olsam...

4.12.08

kibrit kutusuna saygıyla

1 yorum

benim bir bisikletim olsaydı, yeşil olurdu. gidonundan da sarı kırmızı kurdelalar sallanırdı, siyasetten uzak masum kurdelalar. ve geçtiğim sokaklar bu şehirden çok uzaktaki bir ülkenin taş döşeli sokakları olurdu. ve sokaklarda kimsecikler olmazdı, öğlen güneşiyle mayışmış tombul kediler dışında. bir iki miyav sesinin arasından geçerken öğlen güneşi yüzüme vururdu, sakin bir rüzgarla beraber. gözlerimi kapatır bırakırdım gidonu. ve çok iyi bisiklete binerdim, hiç düşmezdim. içime dolan hissi düşünürdüm ama ona bir isim bulamazdım. bazı hislerin isimlerinin olmamasına sevinirdim derinden. mavi panjurlu beyaz evlerin cam önlerinde açan kırmızı sardunyaları görmek için açardım gözlerimi. sokağa dalgın dalgın bakan yaşlı bir teyzeyle göz göze gelirdim ve hemen anlardım adı olmayan bu hissi bir zamanlar onun da hissettiğini. o da bisikletimin kurdelalarından anlardı isimsizliğimi, içini çeker, hüzünle gülümserdi. taş sokakların sonuna kadar uçar hızla gider ve kasabanın bittiği yerde tarlalara vururdum kendimi, sarı başakların arasında ne güzel görünürdü bisikletim. bacaklarıma sürünen buğday saplarına bakar ve bir güne bakan gibi kapatırdım gözümü güneşe doğru. öyle hissederdim ki, hem de öyle bir hissederdim ki,öyle böyle değil kardeşlik, öyle böyle değil...
 

uzağa giden gemiler... Copyright © 2008 Black Brown Art Template by Ipiet's Blogger Template